Düzce Üniversitesi’nden Deprem Sonrası İnsan Psikolojisiyle İlgili Önemli Program

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Düzce Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen “Depremin Ardından Psikolojimizi Anlamak” başlıklı söyleşi çevrim içi olarak gerçekleştirildi.

Programın açılışında konuşan Düzce Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Tuğba Seda Çolak Turan,  deprem bölgesinde yaşamanın Düzce halkı ve öğrenciler üzerinde oluşturduğu etkiden bahsetti. Depremi hep beklenen ancak yaşanması istenmeyen bir deneyim olarak tanımlayan Turan, bu deneyim de olumlu taraflarının olduğundan bahsederek sözü konuşmacılara bıraktı.

Psikoloji alanının anlamlandırmaya, kontrol altına almaya yönelik çalışmalar yürüten bir alan olduğunu belirterek sözlerine başlayan Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Koç, Psikoloji’nin, özellikle insan yapımı olan travmatik durumların daha büyük etkiye sahip olduğu için kişinin bu konuda başa çıkma becerisini artırmaya yönelik çalışmalar yürüttüğünü ifade etti.

Hangi duyguyu önümüze alırsak o duygunun esiri olduğumuzu, ancak o duyguyu yanımıza alır onunla yaşamayı başarabilirsek o zaman daha etkili bir şekilde duygularımızla başa çıkabildiğimizi dile getiren Prof. Dr. Mustafa Koç, “Deprem anı ve sonrasında oluşan duygular anlamında neler varsa kabullenmemiz gerekiyor. Bir süre neden bu kadar korkup, endişelendim gibi sorular sorabiliriz ancak bu konularda duygularımızı bastırmadan doğru bir şekilde yaşamayı başarabilirsek, süreci olumsuz bir etki yaşamadan geride bırakabiliriz. Ancak öfke yerinde yaşanmazsa kızgınlığa dönüşür, üzüntü yerinde yaşanmazsa depresyona dönüşür. Yerinde ve zamanında duyguları yaşamamız bu nedenle oldukça önemlidir. Aslında her duygunun belli düzeyde yaşanmış olması gerekmektedir. Nesnel bir olay, öznel bir yorum, duygusal bir tepki de travmanın oluşmasına neden olabiliyor. Bu da bilişsel, duygusal ve davranışsal değişiklikler yaşamamıza neden oluyor. Anı yaşamak bu bağlamda çok önemlidir.” değerlendirmesinde bulundu.

Özellikle küçük çocukların travma ile baş etmesini sağlamak için duygularının tanınması ve kabul edilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Koç, “Çocuğun korkularını sırf iyileşsin diye aşırı normalleştirmeye çalışmak da problem yaratabiliyor. Aslında korku, sağlıklı bir duygudur ve korkulması gereken unsurlardan korkmalıdır. Farkındalık önemli bir düzeydir ancak tek başına yeterli değildir. Kabullenmemiz gerekeni kabullenir, değiştirmemiz gerekeni değiştirirsek o zaman uyumumuz sağlanıyor. Bu süreçte bağlantıda kalmak, anda kalmak, işlevsel eylemlerimizi yeniden gerçekleştirmek, süreçle başa çıkabilmemiz için etkilidir.” dedi.

Akut ve kronik stres olmak üzere iki tür stres bulunduğunu belirten Prof. Dr. Mustafa Koç, “Akut stres ihtiyaç duyduğumuz bir strestir ve hayatta görevlerimizi yerine getirmemize neden olur. Aslında stressiz olmak, büyük bir baskı yaratır bu nedenle akut strese ihtiyacımız vardır. Kronik stresse fiziksel, duygusal ve bedensel anlamda tepkiler vermemize neden olan bir stres durumudur. Ancak bu belirtilerin yavaş yavaş riskin ortadan kalkmasıyla azalması beklenir. Kaçma ve kaçınma ile baş ettiğimiz şey güçlenir ve kişi zayıflar. İyileşmeyi sağlayan en temel şey korkulan şeyle yüzleşilmesidir. Yüzleşme zor olan ancak iyileşmeyi başarmak için yapılması gereken şeydir.” ifadelerini kullandı.

 

Programın diğer konuşmacısı Düzce Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı’ndan Arş. Gör. Muhammed Bahtiyar, “Burada olanların ortak bir duygusu var ve bu da kaygı. Depremin şiddeti ve depremin çıktıları kadar depremin seyri çok önemli. Vücudunuzda gerilmeler, kasılmalar gibi tepkiler varsa, bir ay süre içinde bu tepkilerin görülmesi normal kabul edilmektedir. Özellikle bir ay içerisinde bu belirtiler azalarak yok olma eğilimine geçer. Aslında travmatik bir durum karşısında insan savaş, kaç ve don kal tepkileri verir. Savaş ve kaç tepkisi veren bireyler travmanın etkisini daha kolay atlatırken, don kal tepkisi verenler bu süreçte daha fazla zorlanabilir. Deprem üzerinden geçen bir aydan fazla bir süredir duyarlılığınız hala devam ediyor ancak azalıyorsa bu akut bir süreçte görülen normal tepkilerdir. Ancak bu tepkiler azalmayıp aksine artarak devam ediyorsa, bu bir travma göstergesi olabilir. Travma bir hastalık değildir bir baş edememe halidir.” dedi.

Sözlerine devam eden Arş. Gör. Muhammed Bahtiyar, “Kültürümüzde fiziksel güvenliği inşa etmek için ilişkisel güvenliğe sığınılır, bu da koruyucu ve önleyici bir şeydir. Ancak depremin üzerinden geçen süre düşünüldüğünde hala bireyler bir araya geldiğinde deprem konuşmakta ve bu da travmayı tetiklemektedir. Normalleşmeyi sağlayacak olan konudan uzaklaşma görülmemektedir. Toplumsal travmalarda suçluluk daha çok oluşur ve bu duyguyla birlikte kişiler yaşadıklarını paylaşmak istemeyebilir. Keşkeleri çok olabilir. Bu suçluluk duygusuyla da anlatmadan baş etmek istiyorlar, ancak bu duygular anlatılmadan işlemlenemiyor. Böyle duyguları olan bireyler bir uzmandan destek alabilir ve bu konuyu işlemleyebilir. Bu tarz duygular travmanın eşlikçisi olur ve herkes bu duyguları farklı düzey ve yoğunlukta yaşar. Özellikle travma yaşantısında kişi için besleyici olan kaynaklar anlamını yitiriyor ve bir bağ kopukluğu yaşanıyor. Bu bağı yavaş yavaş yeniden inşa etmek gerekiyor. Birden olduğunda yeniden kaçma kaçınmaya dönebiliyor, haliyle baş etme adım adım yavaş yavaş olması gerekiyor.” diyerek konuşmasına devam etti.

Deprem sonrası yapılması gerekenlerle ilgili tavsiyelerde de bulunan Bahtiyar, “Eve giremeyen kişiler, yavaş yavaş örneğin 5’er dakika evinizde zaman geçirmeye çalışın, evinize güvenmiyorsanız evinizde kendinizi güvende hissedebileceğiniz bir alan inşa edin. Fiziksel güvenlikten sonra ilişkisel güvenlik gelir. Bana yardım edecek kişiler var inancını destekleyen kaynaklarınıza başvurun. Beden travmatik etkileri kayıt altına alıyor. Bu nedenle bedeni takip etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor. Zihninizde bir travma varsa bedenle bağlantıyı keser ve bedeninizin ihtiyaçlarını arka plana atar bu da travmatik etkiyi artırır. Nefes beden ile çalışırken en önemli araçtır. Kişiyi yatıştırmayı sağlayan en önemli nokta doğru nefes alma yöntemleridir. Diyafram nefesi, gevşeme egzersizleri, güvenli yer eğersizleri kişinin kendini yatıştırma sistemini harekete geçirir ve travmayı zayıflatarak korkutuculuk etkisini azaltır.” şeklinde konuştu.

“Depremin Ardından Psikolojimizi Anlamak” başlıklı söyleşiyi yeniden izlemek isteyenler programa, https://3b.duzce.edu.tr/b/tug-hfw-qt4-pxs internet adresi üzerinden ulaşabiliyor.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir